Kendine Zarar Verme Davranışları
- Uzman Psikolog Sevil Yanık
- 21 Oca
- 11 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 23 Şub
Kendine zarar verme davranışları, genel popülasyonda sık karşılaşılan bir problem olmasına rağmen, bu konudaki araştırmaların çok sınırlı sayıda olduğu görülmektedir. Günümüzde hala, bu davranışın klinik yöntemlerle tedavisi yetersiz kalmaktadır. Çünkü sınırları çok muğlak olduğu kadar hayati risk de teşkil eder.
Kendini yaralama davranışları olan kişilerin, bu davranışları genellikle yoğun sıkıntı sonrası, yalnızken yaptığı ve daha sonrasında da bedeninde oluşan izlerden utanarak, bunları saklama eğilimleri olduğu görülmektedir. Buna göre bu kişilerin, çevresindekileri manipüle etmekten çok, kendi duygu kontrollerini sağlamak amacıyla bu yönteme başvurdukları görülmüştür.
Bu davranışlar, var olan bir istismarın ya da intihar girişiminin habercisi olabileceği gibi, kişi bunu gerilimden kurtulmak için bir savunma olarak da kullanabilir ya da bu acıdan haz alabilir.
Kendine zarar veren kişilerin, yaşadıkları çatışmaları işleyemedikleri, benlik sınırlarının muğlak olduğu ve agresyonu kendi bedenlerine çevirerek bu duyguya çözüm bulduklarını söyleyebiliriz.
Bakım veren ile kurulan ilişki biçimindeki işleyiş, öznenin ötekine yaptığı yatırımları da etkiler. Duygusal olarak mesafeli ve bebeği sağlıklı bir şekilde kapsayamayan anne figürü, kişiyi güvensiz hissettirebilir. Dolayısıyla çocuğun karşılanamayan anksiyetesi, uyum sağlama kapasitesini de zayıflatacaktır. Bedenlerine zarar vermeyi, kendilerini sakinleştirmek için kullanıyorlarsa, sadistik anneyi, kendi bedenleri aracılığıyla somutlaştıracak ve böylece beden, sadistik dürtülerin hedefi olacaktır.
Tüm bu bulgular doğrultusunda, kendine zarar verme davranışlarının, aslında yıkıcı bir bağın ürünü olduğunu görüyoruz. Bu yıkıcı bağa dair hikâyeler insanlık tarihinin başlangıcına kadar uzanır…
Örneğin,
Kral Oedipus trajedisinde Sophocles (MÖ 494-406), annesi ile evlenip, babasını öldürdüğünü fark ettiğinde, işlediği günah sebebiyle hissettiği suçluluğa tahammül edemediği için kendi gözlerini çıkararak Tebai’yi terkeden Oedipus’un hikayesini anlatmıştır. Daha derine bakıldığında, esasen Oeidipus’un -daha-içinde var olan korkutucu bağlılığı, yıkıcı sevgiyi görürüz. Bizlere, insan korktukça mı seviyor ya da sevdiği için mi korkuyor sorularını açar. Yoksa ikisi de mi haz veriyor?
Çünkü Oedipus, bir şekilde bu kehaneti öğrenerek gerçekleşeceğinden korktuğu için ailesinden kaçmaya çalışır. Ancak bu korkusu ne yaparsa yapsın peşini bırakmaz.
Ancak esas trajedi bundan sonra başlar ve Oedipus’un hiçbir zaman tanrı Apollo’yu suçlamadığını, bunun yerine Teiresias ile Kreon’u suçladığını görürüz. Çünkü bu kehaneti onlar görüp söylemişlerdir.
Kral Oedipus, asla tanrısı Apollo’ya öfkesini yöneltemez. Aynı dayak atan annesine, ağlayıp canı yansa da sarılmak isteyen çocuk gibi, Oedipus’ta bu kaderi yazan tanrısına öfkesini yöneltmeyi uygun görmeyerek, önce bu kehaneti ona gösteren kişilere yönlendiriyor. Ancak bu da arzusunu söndürmeye yetmediği için çözümü, annesine ait altın broş ile gözlerini kör etmekte buluyor… Çünkü ancak öfkesini kendine çevirerek, kendi bedeni üzerinden suçluluk duyguları ile baş edebiliyor.
Kendine zarar verme davranışları konusundaki yazılar, İncil’e, Yunan ve Norveç mitolojisine kadar uzanır. Son elli yıldır da psikoloji ve psikiyatri alanlarında araştırma konusu haline gelmiştir. İntihar bile daha anlaşılması kolay bir durumken, kişinin kendi kendini yaralaması, anlaşılması ve tedavisi güç olan, kafa karıştırıcı durumlardan biridir. Bu kişiler, ölmek istemiyorlar ancak bilerek ve isteyerek kendi canlarını yakıyorlar. Kimi zaman öfkeyi kendilerine yöneltiyorlar. Kimi zaman ötekilere bu şekilde bir şeyler ifade etmeye çalışıyorlar. Bu onlar için bir iletişim yoluysa eğer, onlarla birlikte başka türlü iletişim kurabilmelerinin yollarını aramak gereklidir.
İstatistikler, kendine zarar verme davranışlarının ergenlik ve gençlikte arttığını göstermektedir. Girişim, kadınlarda daha sıkken, erkeklerde ölümcül seyreden intihar sıklığı daha fazladır. Daha az ölümcül seyreden girişimler, daha sıklıkla dürtüseldir. Koruma için, psikiyatrik semptomlara odaklanmak kadar, sorun çözme ve kişilerarası ilişkiler üzerinde de durulmalıdır. İntihar, ABD’de 15-19 yaş arası gençlerde ölüm sebepleri arasında üçüncü sıradadır. Türkiye’de de intihar girişimlerinin, 15-24 yaş arasında zirve yaptığı görülmektedir. Kendine zarar verme davranışları da, zamanla kendini yok etme davranışına dönüşme riski göz önünde bulundurularak üzerinde daha fazla çalışılma yapılması gereken bir alandır. Çünkü önceki dürtüsel girişimler, gelecekteki tamamlanmış intiharlar bakımından uyarıcıdır.
Yapılan global araştırmalarda, kendine zarar verme davranışlarının özellikle genç populasyondaki yaygınlığının %14 gibi büyük bir oranda olması, gençlerin büyük bir risk altında olduğunu göstermektedir. Türkiye’de yapılan araştırmalara bakıldığında bu oranların, %20-40’a kadar çıktığı görülmektedir. Böyle yüksek bir oranda olmasına rağmen bu konudaki araştırmalara ülkemizde gereken önemin verilmediği görülmektedir. Yapılan çalışmalar çok sınırlı sayıdadır. Bunun yanı sıra kendine zarar verme davranışları, tamamlanmış intiharlar açısından da risk teşkil etmektedir.
Kendine zarar verme davranışı, çeşitli durumları içerebilir. Hayati bir tedaviyi reddetme, risk unsuru taşıyan işler ve zevkler, kronik alkolizm, ciddi obezite, madde kullanımı gibi. Kendini yaralama bu durumlardan ayrılmalıdır. Çünkü kendini yaralama davranışında, kişi kendi bedenini hedef alır ve sonucunda doku tahribatı oluşturur.
Kasıtlı kendine zarar verme davranışları, her yaşta ortaya çıkabileceği gibi, ağırlıklı olarak ergenlik çağında başladığı ve genellikle dürtüsel şekilde ortaya çıktığı görülmüştür.
Neo-psikanalistler saldırganlığı, bireyin arzu ve ihtiyaçlarının engellenmesi durumunda gösterdiği savunma olarak değerlendirir. Özellikle benlik değerinin tehdit altında olması, bu tehdidi oluşturana karşı zarar verme isteği yaratır.
2006’da oluşturulan International Society for the Study of SelfInjury (ISSS) grubu, kendine zarar vermeyi ‘ölüm niyeti veya sosyal yaptırım amacı olmadan, kişinin kendisi tarafından, istemli olarak, vücut dokularında oluşturulan hasar’ olarak tanımlamış ve ‘non-suicidal self injury’ teriminin kullanılmasını uygun bulmuştur. Bu tanım ile KZVD, ciddi intihar girişimlerinden, ölüm niyeti olmayan hafif, yüzeysel KZVD'ye kadar çok geniş bir yelpazeyi kapsayan ‘deliberate self harm’ davranışından ayrılmıştır.
Ergenlerin bir çoğu için kendine zarar verme davranışı , merak unsuru ve bir denemedir. Bir kısmı bu davranışı, birkaç kere daha tekrarlayabilir. Ancak geri kalan kısmında bu davranış, ölümcül bir başa etme mekanizmasıdır. Çünkü problemleri ve acı verici duyguları geçici de olsa azalttığı için gittikçe çoğalan boşluk duygusu yaratarak zarar verme davranışının yavaş yavaş artmasına sebep olur. Kendine zarar verme davranışının devam etme süresi değişebilir ancak 10-15 yıl içinde şiddetinin git gide azaldığı görülür. Kendine zarar veren kişilerin %50’sinin intihar girişimi de olduğu bilinmektedir. Ancak genellikle sonuçlanan intiharlar, kendine zarar verme dürtüsünü kontrol altına alamamanın neden olduğu moral bozukluğunun sonucudur. Ergenlikte kendine zarar verme davranışı olan kişilerin, daha sonraki dönemlerde psikolojik problem ve intihar riskinin daha fazla olduğu bilinmektedir. Kişinin kendine zarar vermesi, zamanla kişiyi güdüleyerek, fiziksel acı ve bunun getirdiği korkuya duyarsızlaşmasına ve bu doyum eşiği yükseldiği için kendine zarar verme davranışı, hayati risk teşkil edecek düzeye gelebilir. Kendini yaralayan kişilerin büyük çoğunluğu, acı hissetmediğini belirtir. Dolayısıyla acı hissetmeyenler daha çok intihar girişiminde bulunabilmektedirler. Yapılan bir araştırmada kendine zarar veren kişilerin % 70’inin en az bir kez, % 55’inin ise iki ya da daha fazla intihar girişimi olduğu tespit edilmiştir. İntihar girişimlerinin artması, zarar veren kişinin ne kadar zamandır bu davranışı sürdürdüğü ve değişen kendine zarar verme yöntemlerini kullanmış olmasıyla doğru orantılıdır.
Kendine zarar verme davranışlarının, yükselmiş anksiyete düzeylerindeyken meydana geldiği, vakaların yalnız olduklarında bunu yaptığı ve deri tahribatını gizlemeye çalıştıkları görülmektedir. Bu şekilde verilen fiziksel zararın, manipülatif olmaktan ziyade artan anksiyetenin, fiziksel acıyla yer değiştirerek onu baskılanmasına sebep olduğu anlaşılmıştır. Çocukken cinsel istismar kurbanı olmuş kadınların, tahammül edilemeyen acılarını baskılamak için kendilerini yaraladıkları gözlenmiştir. Özellikle aile bireyi tarafından istismar edildiyse, bu durum cinsel kimlik karmaşasına sebep olabilmektedir. Ensest mağdurlarının, başına gelenlerden dolayı kendilerini suçladıkları ve bu yüzden utandıkları için öfkeyi kendine çevirerek, cezalandırmaya yönelik şekilde kendilerine zarar verebildikleri görülmüştür. Kendinden utanma, kendini suçlama, olumsuz kendilik ve değersizlik hissi, çocuklukta yaşanmış cinsel istismarlar sonucunda ortaya çıkmaktadır. Ebeveynlerin çocuğa katı yasaklar koyması ve sosyal ilişki kurmasını engellemesi, sosyal becerilerinin gelişime ket vurmakta ve bu da çocuğun kendisini çaresiz hissetmesine neden olmaktadır. Çocuk bu şekilde ben ve ötekiler ayırımına gitmektedir. İstismar mağduru çocuklar, istismara uğradıkları an utanma duygusunu hissetmemektedirler, utanç genelde zihinsel etkinlikler sırasında veya rüyalarda ortaya çıkmaktadır. İstismar mağduru çocuklarda depresyon riski yüksektir. Üzüntü, halsizlik, sosyal geri çekilme, intihar düşünceleri ya da girişimi, kendini yaralama davranışları gibi benzer diğer yıkıcı davranışlar eşlik eder. Çocuk esasen, yaşadığı durumdan dolayı hissettiği öfkeye karşılık, kendi bedenine zarar vererek bu duygu üzerinde hakimiyet kurabileceğini öğrenir. Davranış bu şekilde pekişir. Git gide tolerans geliştirir. Bunun yanı sıra kişide, kendine zarar verme davranışları görülüyorsa, bu olası bir istismarın habercisi olabilir. İstismar kurbanları, yaşadıkları bu kötü olaylar ve kendilerini istismar eden kişileri hatırladıklarında agresyonu kendilerine çevirerek hafifletmektedirler. Bu kişiler, kendilerine zarar vermeden hemen önce yoğun kaygı, öfke ya da korku hissettiklerini söylemişlerdir. Genellikle de bu kişiler, bu yoğun ve acı verici duygularla disosiyasyon yaşayarak baş edebilmektedirler. Kendine zarar verme davranışı olan kişilerin, sıklıkla zor bir hayatları vardır. Kimsenin onlara değer vermediğini, anlaşılmadıklarını düşünürler, yakın ilişki içerisinde olmaktan korkarlar ve genellikle bir boşluk hissi yaşarlar. Bazı kişiler, kendilerini yaralamaktan pişman olup ve iğrenme duyabilirler ama genellikle yaralamadan önce hissettikleri acı verici duyguların baskılanmasıyla sağladıkları rahatlama buna tercih edilir.
Kişinin yaşadığı fiziki koşullar nedeniyle, agresyonun normal yollarla boşaltılmasının engellendiği durumlarda da kendine zarar verme davranışları görülebilmektedir. Örneğin cezaevi mahkumlarında sık rastlanır. Bu şekilde sosyal agresyonu engelleyen fiziki koşullar olsun veya olmasın, bir kurum çatısı altında bakımda olan davranım bozukluğu olan ergenlerde ve saldırgan, impulsif hasta grubunda da zarar verme davranışları görülmektedir.
Ayrıca kendine zarar verme davranışları ile yeme bozuklukları arasında da doğru orantı vardır. Özellikle bulimik hastaların dürtüsel davranışları ve bu dürtüsel davranışların altında yatan ilk nesne kaybından kaynaklanan iç gerilimin bir felaket duygusu gibi yaşanıp tolere edilememesi ve bu nedenle dürtüsel davranışlara yönelme, kendine fiziksel zarar verme ve intihar davranışının altında yatan mekanizmayı açıklamaktadır Zayıf dürtü kontrolü, özellikle kendini yaralama davranışının temelinde yatan psikopatolojik bir özelliğidir.
Özellikle istismar ve biyolojik nedenlerin, kendine zarar verme davranışlarının oluşmasında etkili olduğu belirtilmiştir.
İstismar mağdurlarının kendilerine zarar vermelerinin altında yatan motivasyonlar;
Kendilerini cezalandırma: İstismar mağdurlarında çok sık görülen bir durumdur. Bu kişiler, yaşadıkları bu olaylardan dolayı suçu kendilerinde bulabilirler.
Duyguları bastırmadaki yetersizlik: Kendilerine rahatsızlık veren bir takım duygularla başa çıkmakta yetersiz kalabilirler. Yaşadıklarını hatırlamasına neden olan durumlar karşısına çıktığında, bu çaresizlik yaratan duygularla baş edemezler. Bu durum, genelde çocuklukta yaşanan travmalar sonucunda görülür.
Kendileri üzerinde kontrolü ele almaya çalışma: Kendi bedenini kesmek, bazıları için “kontrol sende” anlamını taşıyor.
İntikam almak: Yer değiştirme. Karşısındakine zarar veremiyor, kendisine zarar vererek, dolaylı yoldan karşısındakine zarar veriyor. Ancak kendi bedeninden geçerek onu yok edebileceğini düşünüyor. Öfkesi bu şekilde ifade buluyor. Vücudu iletişim için tek seçeneği oluyor.
Hayatta olduklarını hissedebilmek: Bu kişilerin, duygusal küntlük yaşadıkları görülüyor. Duygularının donmuş ya da ölmüş olduğunu söylüyorlar. Zarar vererek kendilerini canlı hissedebiliyorlar.
Sembolleştirme: Vücutlarına bir takım şeyler kazıyarak, sevdiği şeyleri sembolleştirmek. Kişinin, sevgilisinin ismini koluna, derisini kesme ya da yakma yöntemiyle yazması. Diğer kişilere anlatmak istediğini, yoğun duyguların ifadesini beden yolu ile yapmak.
Dürtü Modelleri
Antisuisid modeli
Dinamik görüş açısından zarar verme davranışının birçok amaca hizmet ettiği düşünülmektedir. Kişi hem mazoşistik hem de sadistik bir haz alır. Kendine zarar verme davranışı, eros ve thanatos arasındaki bir uzlaşma çabasıdır. Kişi uygun yere aktaramadığı yıkıcı dürtülerini, ancak kendine yönelterek doyum sağlar. Aynı zamanda duygularını bu şekilde ifade ederek, kendisini yok olmaktan kurtarır. Bu model, kişinin kendine zarar verme yöntemi ile kendisini intihar arzusundan koruduğunu düşünür. Yani bu yıkıcı eylem, diğer taraftan kişinin kendisi için bir çözüm ve uzlaşı çabası olarak düşünülebilir. Çünkü kişi bu yöntemle kendini yaralayarak, kendini yok etme düşüncelerinden ya da akut psikotik epizodlardan korunur. Kendine zarar verme davranışları ile derealizasyon, depersonalizasyon, yoğun kaygı, şiddetli agresyon, halüsinasyon, duygudurum dalgalanmaları, sıkıntı, depresyon, güvensizlik ve boşluk duygularından uzaklaşma imkanı bulur. Diğer taraftan da aldığı hazzı değersizleştirmek için bedeninde tahribat yarattığı ve zarar verme davranışının sembolik bir kastrasyonu önleme çabası olduğu düşünülmüştür.
Emerson, kendini kesme davranışının sembolik olarak mastürbasyonun yerine geçtiğini belirtmiş, benzer şekilde Fenichel “masturbasyon eşdeğeri” terimini kullanmıştır.
Cinsel Model
Cinsel modele göre kişi, kendine zarar vererek cinsel doyuma ulaşır. Cinsel fantezi ve cinsel ilişkilerden kendisini uzak tutmaya veya cinsellik arzusunu kontrolü altına alma çabası nedeniyle kişi kendisini cezalandırır. Kendini keserek, bir taraftan da cinsel arzu ve doyumu cezalandırdığını düşündüğü için, bu haz mastürbasyon ve cinsel arzuların tatmin edilmesi ile eşdeğerdir. Çünkü bu arzuya bir çözümdür. Cinsellik ve kendine zarar verme davranışı arasındaki ilişkiyi de, bu davranışların ergenlik çağından önce görülmemesi ve cinsel istismarlar arasında bulunan yüksek korelasyon kanıtlar. Kendine zarar verme davranışları, cinsellikle bir taraftan olumlu, diğer taraftan da olumsuz anlamda ilgilidir. Çünkü kişi, bir yanıyla cinsel fantezilerinden dolayı kendine ceza vermek gibi bir arzu içindeyken, diğer yanıyla bu arzusu doyum sağlar. Ergenlik çağında gözlenen değişiklikler, ödip çatışmalarının tekrar geri geldiğini gösterir. Anneyle ilgili artan cinsel fantezilere engel olmak için, ergenlik çağındaki genç kendini yaralayabilir. Ergen bu şekilde, bedenini self’inden ayrı tutarak onu arındırma ya da ceza verme girişiminde bulunur. Bu şekilde kendini arzudan korur ve bu arzuları kontrol altına almaya çalışır. Bunun yanı sıra, kişi bedenine zarar vererek, ölüm dürtüsüne yenik düşmesini de engeller.
Kısaca dürtü modelleri, kişilerin kendilerine zarar verme davranışlarını yaşam, ölüm ve cinsellik dürtüsü içerisinde açıklar.
Duygulanım Denetleme Modelleri
Bu modele göre kendine zarar verme davranışı, kişinin agresyonunu diğer kişilere ya da kendi benliklerine yansıtmasına yardımcı olur. Kişinin kendilik ve dünya algısını işgal etmeye çalışan negatif duyguları kontrol altına alma çabası olarak görülebilir. Bunlar, kişinin başkalarına zarar verebileceği düşüncesinden korkarak, kişinin kendine çevirdiği bir öfke olarak ortaya çıkabilir. Ya da uğradıkları duygusal istismarların, somut bir kanıtı olarak yara izlerine ihtiyaç duyarlar. Bu şekilde yaşadıklarının gerçek olduğunu kendilerine ispat ederler. Bir diğer görüşe göre kendine zarar verme davranışı, çok ilkel gelişim düzeylerinde yerleştiğine inanılan disforik duygu durumu hafifletmek amacıyla kişinin kendi kendine ceza verme yöntemidir.
Bağlanma Modeli
Ergenlik çağının temel görevi, çocuğun annesinden sağlıklı bir şekilde ayrışabilmesidir. Ergenlikte ortaya çıkan patolojiler, çocuğun ilkel sevgi nesnelerinden ayrılma çabalarında görülür. Çocuğun bu kopuşta yaşadığı başarısızlık, bağlanma nesnelerinin ilgisini reddederek veya onlara karşıt tepki oluşturarak sevgiyi nefrete dönüştürmelerine sebep olabilir. Ancak bu agresyon, kısa bir süre sonra benliğe tahammül edilemez gelmeye başlar çünkü ergen hala sevgi nesnesine ihtiyaç duyar. Bu çatışma ile ergen bunu dışarı yansıtma ihtiyacı duyar. Uygun yollarla aktaramadığında da kendine çevirerek çözüm arar. Kendine zarar verme davranışı olan kişilerin, annelerinin çocuğu ile empati kurabilme ve onun ihtiyaçlarına yanıt verebilme becerilerinin düşük olduğu anlaşılmıştır. Bu durum, çocuğun stabil özne-nesne temsilleri geliştirerek, iyi nesneyi içselleştirebilmesinin önünü kapatır.
Aynı zamanda kendine zarar verme davranışları, kendilerini dil yolu ile ifade etmekte zorluk yaşayan kişilerin, duygularının yoğunluğunu diğerlerine ifade etme yoludur. Kişi başka türlü konuşamazsa, bedeni ile konuşur.
Disosiyasyon Modeli
Disosiyasyon modeli, kişinin benlik kontrolünü kendi eline alması, bağımsız bir kendilik gelişimine dayanır. Bu modelde, kendine zarar verme davranışında disosiyasyonun, duygu kontrolündeki işlevi üstünde durulur. Bu modele göre, kişinin baskın gelen duygu ile karşı karşıya kaldığında, kendine bir kimlik oluşturmuş olması ve koruması gereklidir. Kişi kendi bedenine zarar verdikten sonra deride kalan izler, onun canlı olduğuna dair bir ispattır. Kişinin buna ihtiyacı vardır.
Sınırlar Modeli
Bu modelin temeli, kendilik psikolojisi ve nesne ilişkilerine dayanır. Kendine zarar verme davranışı, kişinin kendi sınırlarını belirlemesine yardımcı olur. Yaralar ve kanlar, kendiliğin gerçek olduğunun ispatıdır. Favazza’nın öne sürdüğü ‘skin-self border’ kavramı, kendine zarar verme davranışlarının sebeplerine ışık tutarken, ten’in benlik ile dış dünya arasında bir sınır oluşturduğu görüşünden yola çıkar. Bu görüşe göre, bedenin en hassas noktalarından olan ten’in, benlik üzerinde çok karışık bir etkisi vardır. Kişi, kendi ten’i üzerinde hakimiyet sahibi olabilirse, bir nevi bedeni aracılığıyla, dünya ile iletişim kurduğunu ve bu şekilde kontrolün elinde olduğunu hissedebilir.
Başa çıkma Modeli
Kendine zarar verme davranışları olan kişilerin, problemleriyle başka şekilde başa çıkamadıkları için bu yolu tercih edebildikleri gözlenmiştir. Yani kendine zarar verme davranışı, bir savunma mekanizmasıdır diyebiliriz.
Bu modele göre, duygu odaklı ve sorun odaklı olmak üzere iki farklı başa çıkma şekli vardır. Sorun odaklıda kişi, kaygı yaşatan duruma müdahale etmeye ve bunu değiştirmeye çalışır. Sorun aktif şekilde ele alınır ve mümkün olabilecek çözümler denenmeye başlanır. Duygu odaklı da ise, kişi kaygı yaratan durumun kendisine hissettirdiği duygularla baş etmeye çalışır. Düşüncelerden uzaklaşmaya çalışma, kaçmaya çalışma ve vazgeçme gibi.
Kendine zarar veren kişiler, sorun odaklı başa çıkmaktan ziyade genellikle duygu odaklı başa çıkma yöntemini kullanırlar. Kendine zarar verme davranışları olan ergenlerin, sorunla karşılaştıklarında genellikle öfkelenmek, alkol kullanmak gibi duygu odaklı yöntemler kullandığı ve nesnelere daha fazla bağımlı olduğu gözlenmiştir. Bu gençlerin sağlıklı, koşullara uygun başa çıkma yöntemleri kullanamadıkları düşünülebilir.
Kendine zarar verme davranışlarının, kadınlarda daha sık görülmesinin nedeni, kadın ve erkeklerin başa çıkma yöntemlerinin birbirinden daha farklı olması olabilir. Erkekler sıklıkla riskli eylemlerle öfkelerini ifade etme yöntemine başvururken, kadınlar kendi bedenlerine zarar verme yöntemine başvururlar. Çünkü agresyonun dışa vurumu, kadınlar açısından sosyal olarak pek kabul görmediği için, kadınlar öfkelerini bedenleri ile konuşarak dışa vurabilirler.
Öfke Denetimi
Kendine zarar veren kişilerin temel sorunlarından biri öfke kontrolüdür. Beklenmeyen tetikleyici durumu, kendisine karşı kasıtlı olduğu, haksızlığa uğradığı gibi yanlış değerlendirmeler ve kişinin bunu engelleyebileceği fikri öfkeyi doğurur.
Kişi öfkenin yanı sıra, hem öfke ile ilişkilendirdiği düşünceleri hem de fizyolojik tepkileri algılar. Bu durum kontrol altına alınarak, içe ya da dışa yansıtılarak farklı şekillerde ifade yolu bulur. Genelde öfkenin dışa vurulması, kişinin sosyal ilişkilerine, iş hayatına zarar verebilir. Madde kullanımı, sağlıklı kararlar alamama, intikam alma arzularının gelişmesi, kişinin kendisini suçlu, saldırgan, utanmış ve üzgün hissetmesine neden
olabilir.
Öfkenin içe yöneltilmesi modeline göre, çocukluk döneminde ihmal ya da istismara uğrayan çocuklar, yoğun bir şekilde öfke beslerler. Öfkelerini ifade etmek için dışa vurduklarında, ağır şekilde ceza alırlar. Bu durum da öfke duygusunu bastırmasına yol açar. Fiziksel olarak gelişse bile bu öğrenilen davranış devam eder. Kişinin, bakım verenlerine yoğun bir öfke duyması, onun için katlanılamaz olabilir. Kendini suçlu hisseder. Bu duyguyu içeride kontrol altına alamazsa ve uygun bir yöntemle dışa yansıtması engellendiyse, bu kişinin agresyonu kendi bedenine yöneltmesi bunu kontrol altına alabilmenin tek yolu olabilir.
Isdırap Çığlığı Modeli
Bu modele göre, kişinin kendine zarar verme davranışları yardım çığlığından da öte, bir ızdırap çığlığıdır.
Buna göre kişi, sosyal ilişkilerindeki problemler, iş hayatındaki problemler ya da içsel çatışmalarından kaynaklanan problemler gibi kaygı yaratan durumlardan uzaklaşmak istemektedir. Kaçabildiği sürece, ölümcül şekilde kendine zarar vermez. Ancak kaçmayı başaramadığı zaman kendisini çaresiz ve köşeye sıkışmış hissederek beden dili ile bunu çözmeye çalışır. Kendini yaralayarak bu yenilgiden kaçıyor olabilecekleri düşünülmüştür.
